İzmir ( Selçuk ) Yolculuğum
Akyaka‘dan başlayıp Dalaman’da son bulan Muğla maceram sonrası, rotamı İzmir’e daha önce hiç gitmediğim tarih turizminin ülkedeki en önemli bölgelerinden birisi olan Selçuk’a çevirdim.
Dalaman’dan yola çıkıp Selçuk’a vardığımda saat gece 01:00 sularıydı. Selçuk’a ilk gelişim olmasından dolayı burada nerede kalınır, nasıl bir yer hiç bir bilgim yoktu. Uğradığım benzin istasyonundaki görevli arkadaşın tarifiyle Otogar’a yakın salaş bir otel buldum ve yolun yorgunluğunu atmak için hemen uykuya daldım.
Ertesi gün arkadaşımla buluşup Efes (Ephesos) antik şehrine doğru yola çıktık. Efes antik şehri MÖ.6000 yıllarına uzanan tarihiyle ve içerisinde bir arada görebileceğiniz bir çok tarihi mekan ve eser ile sizi adeta insanlığın geçmişinde nostaljik bir yolculuğa çıkartıyor. İtiraf edeyim başlangıçta bu kadar etkilenebileceğimi ve ilgi duyacağımı hiç düşünmediğim bir yolculuktu bu. Ancak ilerleyen saatlerde o binlerce yıllık mekanlar, daha önce yaşamış insanların anılarının birer parçası o eserler bende büyük bir hayranlık ve merak uyandırdı. Zaten sonra kontrolden çıktım. İş ve gezi amaçlı diye planlayıp gittiğim İzmir serüvenim Selçuk’da tarih dersi kıvamında iki gün ile son buldu. O zaman anladım ki benim olayım tarih ve kültür turizmiymiş. Birbirinden güzel sahillere motor sürdüm. Birbirinden güzel beldelerde çadır kampı yaptım ama o Selçuk’da ki iki gün kadar kendimi iyi ve meraklı hissettiğimi hatırlamıyorum. Şöyle söyleyeyim, geçen sene yine bir road tripde Yedi Uyuyanlar’ı ziyaret ettikten sonra Efes’in girişine kadar gidip orada istediği astronomik ücret yüzünden görevliyle kavga edip girmeden geri dönmüş bir adamdım. Selçuk bu anlamda adeta bir cennet. Eski uygarlıklar, kutsal ve tarihi mekanlar hepsi bir arada, toprağının her köşesi tarih kokan bir yer. O kadar plaj gezip hiç yabancı turist görmeden Selçuk gibi denize uzak bir yerde yerli turistten çok yabancı turist görmemde beni ilk başta çok şaşırtmıştı. İnanç turizmi vesilesiyle Meryem Ana evine gelen Hristiyanların dışında Efes Antik Şehri’nde dolaşırken belki 5 farklı dil duymuşumdur.
Efes (Ephesus) antik şehrine müze kartınız varsa ücret ödemeden, müze kartınız yoksa tek giriş için 40 TL ödeyerek akşam 18:00 e kadar girebiliyorsunuz. Tek giriş için 40 TL ödemektense 50 TL’ye bir yıl geçerli olan ve Türkiye’de ki hemen hemen tüm müze, tarihi mekan vb. yerlere girebildiğiniz bir Müze Kart çıkarmak çok daha mantıklı. Antik şehre giriş yaptığınız yerde sağlı sollu satıcılar var. Bu arkadaşlar turistlere bir şeyler satmak konusunda oldukça ısrarlı. Hatta giriş tarafında bekleyip ziyaretçilere içeride su olmadığını, gölgelik olmadığını üstüne basa basa defalarca bağırıyorlar. yabancı turist görürlerse takılıyorlar peşine falan. Bu anlamda biz o girişteki satıcı arkadaşlara pek ısınamadık. Fazla laubali bulduk. Biz böyle bulduysak yabancı turist ne düşünmüştür o daha kötü. Birde fiyatları var ki hiç sormayın. O kadar yer gezdim Selçuk’un merkezi de dahil böyle fiyatlar görmedim. Efes’den çıkınca bir iki gıdım soğuk bir şey içelim dedik de fiyatları duyunca uçuk çıktı dudağımda. Az daha dayan oğlum Rene dedim ve şehir merkezine inip bir çay bahçesine attım kendimi. Orada da çocuktan soğuk limonata, çay, su hepsini getir dediğimizde şaşırıp kalmıştı.
Neyse biz gezimize dönelim. Antik şehre ilk adım attığınızda eğer arzu ederseniz girişte görevli arkadaşlar var, bu arkadaşlar belli bir ücret karşılığında şehri dolaşırken size kılavuzluk ediyorlar, gördüğünüz yerin geçmişi hakkında falan detaylı bilgiler veriyorlar. Genellikle turla gelenler, kafile olarak gezenlerin başında hep bu arkadaşlarda oluyor. Tabi herkesin duyması için bağırarak anlatıyorlar. Bizde bu sırada *istemeden kulak misafiri olduk. Sonra bu durum hoşumuza gitti ve kılavuzları *istemeden dinlemek için yancı olarak grupların peşine takıldık. Efes Antik şehri tamamen mermerden yapılmış sayılı arkeolojik bölgelerdenmiş. Adamlar İsa’dan önce diye tabir edebileceğimiz o yıllarda geniş geniş mermer yollar, tuvaletler, pazar yerleri, tapınaklar, tiyatro, kütüphane hatta kanalizasyon sistemleriyle birlikte koca bir şehir kurmuşlar oraya. İşin en çarpıcı yanı ise bu MÖ. ait şehirde en göze çarpan yapıların Celcus Kütüphanesi ve Büyük Tiyatro olması. Binlerce yıl öncesinin toplumlarında bilgiye ve sanata verilen öneme hayran olmamak elde değil. Dalaman gibi büyük bir Hava Alanı’na ev sahipliği yapan bir İlçede sinema olmadığını söyleyen işletmeci geldi aklıma. Antik şehri gezerken bir dönem izlediğim Spartacus adlı dizinin sahneleri gözümün önüne geldi.
Şehirde Herkül Kapısı diye anılan iki sütunluk bir kapıdan geçip ilerlediğiniz dar bir yol var. Bu yol Şehrin yönetimi ve idaresi ile ilgili yapılarla yaşam alanlarını birbirinden ayırıyormuş, yöneticilerin bulunduğu kısıma geçiş bu yoldan oluyormuş ve izinle geçiliyormuş. Yine bu kapıya yakın bir bölgede bir Anıtsal Çeşme var. Şehrin göbeğine veya stratejik olarak kalbi olan yerlere çeşme yaptırma olayı demek ki insanlık tarihi kadar eski bir uygulama. Gerçi o zamanlar bu aynı zamanda bir ihtiyaç nedeniyle ortaya çıkmış olabilir. Modern insanın bunu hala devam ettirmesi ise bir tarihsel miras veya Su elementi ile yaşamı ve hareketliliği bağdaştırması olsa gerek. İnsan bu arkeolojik alanı gezerken acaba tam haliyle nasıl bir yerdi diye düşünmeden ve bunu hayal etmeden yapamıyor. Her köşesi ihtişamla donatılmış emek emek mermer ustalarının çabalarıyla şekillenmiş binlerce yıl tarihe tanıklık etmiş yapılar.
Pazar yeri denilen bölge bir hayli geniş bir ticaret alanıymış, burada insanlar mallarını satıyorlarmış. Bu bölgenin tam ortasında olanca heybeti ve güzelliğiyle birkaç ağaç bulunuyor. Öyle güzeller ki oturup saatlerce izleyebilirsiniz. Kazı alanının ortasında o ağaçlara dokunmayan insanlarada sevgiler sunuyorum buradan.
Kısa sürer diye girdiğimiz Efes Antik Şehri gezimiz yaklaşık üç saatimizi aldı. Ki bu 3 saatte de her yerini gezemedik. Örneğin burjuvaların oturduğu evlerin bulunduğu ekstra ücretle gezilen bir bölüm varmış oraya gidemedik. burjuva sevmiyoruz belki ondan, bilemedim.
Dolaştığımız bölgenin çevresinde kazılı bırakılmış bir takım yerler vardı. Buralarda kazı devam ediyor diye düşündük biz. Zaten hepimizin ortak fikri o bölgede nereyi kazsan arkeolojik bir buluntuya denk gelmenin kesin olduğu yönünde. Şehrin ilk restorasyonunu Avustralyalı bir ekip yapmış hatta Celcus Kütüphanesinde bir kaç yerde yazmışlar isimlerini. O yıllardan günümüze acaba bu antik mirasın ne kadarı kaçırıldı veya talan edildi bunu düşünmek istemiyorum.
Efes’in o büyüleyici atmosferi ve bizi kavuran sıcağını geride bırakıp kendimizi çay bahçesine attıktan sonra sıradaki durağımız Artemis Tapınağı oldu. Artemis Tapınağı Dünyanın Yedi Harikası‘ndan biri olarak kabul edilen ve her biri 18 metreyi bulan 127 devasa kolondan oluşan 115 metrelik bir mabetmiş. Günümüzde sadece bir kolonunun ayakta kaldığı bu yapı halk arasında Karun kadar zengin oldu deyimiyle de kullanılan Lidya’nın ünlü Kralı Karun tarafından başlatılmış 120 senelik bir projenin eseriymiş. Bulunduğu yerde ayakta kalan o tek kolona baktığınızda dahi ne kadar büyük ve ihtişamlı bir yapı olduğunu tahmin edebiliyorsunuz. Bizanslı filozof Philon, Artemis Tapınağı için şöyle bir yazı yazmış;
Kadim Babillilerin kudretli işçiliğini ve Mausoleus’un mezarını gördüm. Ama bulutlara doğru yükselen Efes’teki tapınağı gördüğümde, diğerlerinin tümü gölgede kalmıştı.
Girişinde hiç bir ücret ödemiyorsunuz. Herhangi bir görevli de bulunmuyor. Üstüne yuva yapan leylekler alçak uçuşlar yaparken o tek başına kalmış sütun ihtişamını korumak için yıllara direniyor sanki. Tapınağın bulunduğu toprak oldukça sulak bir arazi. Bu sulak toprak nedeniyle orada bir çok canlının yaşadığı bir habitat oluşmuş. Tapınağın duvarları artık yok belki ama yapıldığı bölgede doğal canlılığın el değmeden yaşamasına olanak veriyor. Su kaplumbağaları çeşit çeşit böcekler ve kuşlar Artemis Tapınağı’nın kalıntıları arasında kendilerine bir yuva kurmuşlar.
Artemis Tapınağı ziyaretimizin ardından yolumuzu Meryem Ana Evi’ne çevirdik. Meryem Ana evine ulaşmak için motorumuzla bir süre yol almamız gerekti. Dağ yamacında bulunan bir yer olduğu için dar bir yoldan ilerleyerek eve ulaşıyorsunuz. Bu kutsal yerde, İsa Peygamberin annesi Hz. Meryem’in son günlerini geçirdiği ve burada öldüğü rivayet ediliyor. Girişte Selçuk Belediyesi ziyaretçilerden ücret alıyor. Bunun da tarifesini büyük bir tabela ile asmışlar. Biz motosikletle gittiğimiz için otopark ücreti ödemeyiz diye düşünürken görevli Meryem Ana Evi’ne giriş için de ücret ödememiz gerektiğini söyledi. Müze kartımız var dediğimizde kartın burada geçmediğini söyledi. Yani anlayacağınız kaba tabirle belediye oraya pazar açmış. Sonuçta burası hem Hristiyanlar hem de Müslümanlarca kutsal kabul edilen bir mekan. Sen buradan nasıl ve neye dayanarak neyin karşılığında ücret alıyorsun ayıp değil mi diye soran yok. Ben camiye girerken senden para alsam rahatsız olmaz mısın?
Girişi geçtikten sonra jandarmalar sizi çevirip kimlik kontrolü yapıyorlar. Hiç bu kadar jandarmayı bir arada görmedim. Bunun nedenini de anlayamadım. Bu kadar yoğun ve detaylı kontrol isteyecek ne var orada çözemedim.
Meryem Ana Evi’ne giderken solda Cafe Turko diye bir yer var. Burası Meryem Ana Evi Derneği tarafından işletilen bir yermiş. Zaten Meryem Ana evinin temizliği, ziyaretçilerin takibi vb. hepsini bu dernek yapıyormuş. Hatta evin girişinde bunu tabelaya yazmışlar. Selçuk Belediye’sinin Meryem Ana Evi’nin bakımı ile hiç bir ilgisi yoktur Ev tamamen bağışlarla idare edilmektedir gibisinden. Hal böyleyken sen nasıl girişte o parayı bizden aldın sinir olmamak elde değil. Dernek yetkilileri kutsal sayıldığı için olsa o gerek o iki odalı küçücük evin her bir odasına ayrı bir görevli koymuşlar. Güzel güzel giyinmiş bu arkadaşlar orada gelenleri takip ediyorlar. Birde mumlar koymuş dernek buraya. İsterseniz bu mumlardan yakıp bahçede bulunan mazgallara koyabiliyorsunuz. Mumlar bağış sandığının üstünde duruyor ve not yazılmış. Lütfen mum alırken bağış yapınız. Çıkışa yakın olan odada duvara yapılmış bir kadın yüzü gravürü var. Bir cam çerçeve ile dokunulmaması için kapatmışlar. Çizimdeki Meryem Ana’mı değil mi tabi onu bilmiyorum.
Evin girişinde bir kuyu var. O kuyunun ne olduğunu çözemedik. Bir yazı da göremedik. ama içerisine bozuk paralar atılmış. Dilek havuzu gibi bir şey sanıyorum. Eve giden yolun üzerinde bir çok farklı dilde kocaman bilgilendirme tabelaları asılmış. Bu tabelalarda Evin tarihçesi ve Meryem Ana’nın burada yaşadığı ve öldüğü ile ilgili rivayetler ve tarihi anekdotlar paylaşılmış. Birde dağdan gelen kaynak suyunun bağlandığı çeşmeler bulunuyor. Bol mineralli bu sudan içip yüzünüzü yıkayabilirsiniz. Bizdeki yatır ziyaretlerinde çaput bağlayıp dilek dileme adeti burada da var. Burada da insanlar ne buldularsa bir şeyler yazıp evin taş duvarına bağlamışlar. Hatta kimisi peçete veya kağıt bulamamış pet şişenin ambalajını söküp ona yazıp onu bağlamış. Demek ki dinler değişse de böyle batıl adetler değişmiyor.
Meryem Ana evi çevresi tam anlamıyla el değmemiş bir doğa. Hayatımda bu kadar şiddetli cırcır böceği sesini başka yerde duymadım diyebilirim. Hepsi bir ağızdan bağırıyor kerataların. Meryem Ana Evi ziyaretimizin ardından dönerken Cafe Turco’ya uğrayıp birer karışık sandviç yedik. Yediğim en lezzetli ve bol malzemeli sandviçlerden birisiydi.
Meryem Ana Evi’nin ardından son olarak Efes Müzesi’ni ziyaret edelim ve bu buram buram tarih kokan gezimizi noktalayalım dedik. Efes müzesinde Efes (Ephesus) Antik Şehri kazı alanından çıkartılmış değerli parçalar bulunuyor. Bunların arasında sikkeler, çeşit çeşit büst ve heykeller ve o dönemin insanlarının kullandığı eşyalardan örnekler var. Burada bir çok şey öğrenme şansım oldu. Örneğin heykellerin kimisinde göz bebeği varken kimisinde yoktu. Bunlar yapıldıkları dönemler itibariyle değişiyormuş görevlinin yalancısıyım. Örneğin makyaj malzemeleri. Makyajın kökeninin MÖ. ne dayanıyor olması beni şok etti. Çengelli iğne, cımbız, gibi bakım ürünlerini müzede görünce bir başka şok yaşadım. Kadının kişisel bakımına verdiği önem gerçekten insanlık tarihin binlerce yıl öncesine dayanıyormuş. Ve belkide bu önem insanın geldiği günümüze kadar insanlığın estetik unsurunun en büyük parçasıydı. Müze içerisinde Efes Antik Şehri ve Çevresinin bilgisayarda rekonstrüksiyon yapılmış animasyonları gösteriliyor. Bu da beni oldukça etkiledi. Birde devasa heykel kalıntıları. Sadece ayak bileği boyu benim boyumda olan Roma döneminden kalma devasa imparator heykeli parçaları var. Ve tabi Tanrıça Artemis’in heykeli. Bulunduğu yeri hafif karartmışlar ve öyle bir ışıklandırmışlar ki bir an bana koşup olmayan elleriyle sarılacak zannettim. O heykellerdeki detaylar, insan vücudunun kusursuzca işlendiği o taşlar. İnsan hayran oluyor. adamlar çekiçle vura vura nasıl bir beceriyle bu eserleri ortaya koymuşlar. Tüm bu tarihe dalıp giderken arkadaşım taş heykellerden birisinden çok etkilenip dokunmaya çalıştı. Ama nazikçe elini uzattı. Oraya kel ve suratsız bir güvenlik koymuşlar. Bu köy ağası arkadaş HERELAUREH! ye benzer bir haykırışla arkadaşa bağırdı. Sesi odada yankı yaptı adamın. Herkes bize baktı tabi. Arkadaş elini nasıl çektiğini bilemedi ürktü çocuk. Yaklaşırsın kibarca ikaz edersin usülüne uygun. Üstünde bir uyarı levhası da yok dokunmayın diye. Tamam hata yapılmış ama pazar yeri mi burası be adam. Rencide etmeden ikaz etmeyi bilmiyorsan müzede senin gibi haldur huldur tiplere nasıl görev veriyorlar.
Efes Müzesi turumuzun ardından benim işime, izmir merkeze ayıracağım iki gün de çoktan dolmuştu. Tabi buna hiç pişman olmadım. Kendimde hiç tanımadığım, bilmediğim bir yönümü fark etmemi sağlayan çok doyurucu, merak uyandırıcı bir 2 gün yaşamıştım. Uzun yazı ve makaleleri okumakta zaman zaman zorlanan ben müzede nerede bir yazı gördüysem heyecanla sonuna kadar okumuştum. Kendimle ilgili yeni bir şeyler keşfetmiş olmak beni hiç olmadığım kadar heyecanlandırmıştı.
Efes Müzesinin çıkışındaki yer Uğur Mumcu Parkıymış. Katilleri hala bulunamayan, bulunmayacak olan, Türkiye’nin yetiştirdiği belkide sayılı, gerçeğin peşinde olan, sermayenin değil halkın yanında olan, satın alınmayan gazetecilerinden rahmetli Uğur Mumcu için bir de anıt yapmışlar. Duygulandım tabi. Yıllar önce ben daha küçük bir çocukken dayımla katıldığım ilk protesto ve anma eylemiydi hiç unutmadım.