Watchmen: Maskelerin Ardındaki Miras
“Gözcüleri kim gözetler?” Alan Moore ve Dave Gibbons’ın 1986’da yarattığı bu kült soru, çizgi roman dünyasının sınırlarını aşarak popüler kültürün en derinlikli sorgulamalarından biri haline geldi. Yıllar sonra, Damon Lindelof’un (Lost, The Leftovers) dümene geçtiği HBO dizisi Watchmen, bu soruyu yalnızca yeniden sormakla kalmıyor, aynı zamanda günümüz Amerikası’nın en sancılı yaralarına parmak basarak onu yeniden yorumluyor. Bu dizi, bir süper kahraman hikayesinden çok daha fazlası; cesur, karmaşık ve unutulmaz bir sosyal analiz.

Bir Uyarlama Değil, Bir “Remiks”
Dizinin en büyük başarısı, orijinal çizgi romana duyduğu derin saygıyı, onu taklit etme tuzağına düşmeden göstermesi. Watchmen, bir yeniden çevrim ya da basit bir devam hikayesi değil. Lindelof’un tabiriyle bir “remiks”. Orijinal hikayenin olaylarını temel bir kanun olarak kabul ediyor ve 30 yıl sonrasında, Oklahoma’nın Tulsa şehrinde yepyeni bir hikaye anlatıyor. Bu yeni dünya, Robert Redford’un on yıllardır başkan olduğu, internetin ve akıllı telefonların olmadığı, ancak maskeli kanun savaşçılarının ve onlara karşı savaşan terörist grupların var olduğu alternatif bir gerçeklik.

Tarihin Unutulmuş Yarası: Tulsa 1921
Dizinin açılış sahnesi, Amerikan tarihinin en utanç verici ve uzun süre hasıraltı edilmiş olaylarından biri olan 1921 Tulsa Katliamı’nı kan dondurucu bir gerçeklikle ekrana taşıyor. Bu başlangıç, dizinin ana temasını belirliyor: Irksal travma, nesiller boyu aktarılan miras ve adalet kavramının kime hizmet ettiği. Watchmen, süper kahraman mitolojisini, sistematik ırkçılık ve beyaz üstünlükçülüğü gibi son derece gerçek ve rahatsız edici konuları işlemek için bir metafor olarak kullanıyor. Bu cesur yaklaşım, onu türünün diğer örneklerinden fersah fersah ayırıyor.

Yeni Nesil Maskeler ve Unutulmaz Karakterler
Hikayenin merkezinde, Regina King’in muazzam bir performansla hayat verdiği Angela Abar, ya da maskeli kimliğiyle “Sister Night” yer alıyor. Abar, hem bir polis dedektifi hem de ailesini korumaya çalışan bir anne olarak, adalet ve intikam arasındaki ince çizgide yürüyor. Onun kişisel yolculuğu, kendi köklerini ve ailesinin mirasını keşfetmesiyle dizinin omurgasını oluşturuyor.
Ona eşlik eden Tim Blake Nelson’ın canlandırdığı, yansıtıcı maskesinin ardında derin bir travma saklayan ” Glass” ve Jeremy Irons’ın canlandırdığı, zekasıyla kibrinin esiri olmuş yaşlı Adrian Veidt (Ozymandias) gibi karakterler, hikayeye inanılmaz bir derinlik katıyor.
Watchmen, sadece yılın değil, son on yılın en önemli televizyon işlerinden biri. Trent Reznor ve Atticus Ross’un insanı hipnotize eden müzikleri, baş döndürücü görselliği ve katmanlı senaryosuyla bir sanat eseri niteliğinde. Dizi, izleyiciyi rahat koltuğundan kaldırıp zor sorular sormaya itiyor: Adalet nedir? Tarihle nasıl yüzleşiriz? Ve en önemlisi, maskelerimizi çıkardığımızda geriye ne kalır?

Eğer sizi hem düşündürecek hem de koltuğunuza bağlayacak, cesur ve provokatif bir yapım arıyorsanız, Watchmen kesinlikle izleme listenizin en tepesinde olmayı hak ediyor. Bir diziden çok daha fazlası; modern dünya için yazılmış rahatsız edici ama bir o kadar da sert gerçeklerin vurgulandığı bir fabl.
