Nasipse Adayız

“Onu Tanıyorsunuz”

Nasipse Aday’ız Ercan Kesal’ı hem yönetmen hem senarist hem de yapımcı koltuğunda gördüğümüz, kendisine ait aynı isimli kitaptan uyarlanan 30 Ekim 2020’de sinemalarda gösterime girmiş, bir çok festivalde boy göstermiş ve ödüller almış bence Türkiye sineması için çok değerli bir film. Peki tüm yükü neredeyse tek bir kişinin yüklendiği, Ercan Kesal’ın aynı zamanda ilk uzun metraj sinema filmi olan bu yapım neden çok kıymetli bunu kendi bakış açım üzerinden özetlemek istiyorum.

Filme geçmeden önce Nuri Bilge Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadoluda” isimli kendisine büyük ün getiren filmine flashback lazım. O filmin konusu da yine Ercan Kesal’ın doktorluk yaptığı dönem yaşadıklarından bir kesit aslında. Ercan Kesal’ın kendisinin de rol aldığı film Nuri Bilge Ceylan’ın elinde festivalden festivale koşmuş ve bir çok ödül kazanmıştı. Aynı zamanda Nuri Bilge Ceylan’ın tarzının sanat camiasına ilk sunumu da diyebiliriz.

Nasipse Adayız, İstanbul’un bir ilçesinde belediye başkanlığı için aday adayı olan bir iş adamının başından geçenleri anlatıyor. Özel bir hastanenin ortaklarından olan ana karakterimiz Dr. Kemal Güner (Ercan Kesal) Türkiye’de siyasete girmenin ilk adımlarından olan yerel yönetimlerde koltuk kapmanın mücadelesinde. Türkiye de neredeyse tüm illerde yerel yönetimlere aday olma yarışında görebileceğiniz az çok yaşadığınız toplumu tanıyorsanız gözlemlediyseniz hiç şaşırmayacağınız bir hikayeyi tüm yönleriyle beyaz perdeye ustalıkla aktarmışlar.

Bir Zamanlar Anadolu’da yı izleyenler Nasipse Adayız’ı izlediğinde Ercan Kesal’ın bu toğrağın insanı hakkındaki derin bilgisi ve detaylara verdiği önemi hemen fark edecektir. Bu adam avamların her gün sokakta gördüğü karşılaştığı tiplemeleri müthiş bir gerçeklikle sinemaya aktarmada usta. Bu da filmi izlerken sizin hiç yabancılık çekmemenize hatta çocukluğunuzdan geldiğiniz yaşa kadar filmdeki karakterleri kendi hayat akışınızda birilerine “eklemenize” “benzetmenize” neden oluyor. Ercan Kesal Nasipse Adayız’da ki oyuncuların çoğunu kendi aday adaylığı döneminde ilişki halinde olduğu aynı mahalleden insanlardan toplamış. Hatta filmde adaylık gecesinin düzenlendiği salon yine kendisinin zamanında aday olduğunda gece düzenlediği salonmuş. Filmi izlerken “figüranlar dahi müthiş oynuyor” tespitimin altında yatanın bu olduğunu fark ettim. Bir sahneyi izlerken belki alışkanlık, yan rollerdeki hatta isimsiz oyuncuların, figüranların vücut diline sahne önde akarken arka planda nasıl bir ruh halinde olduklarına çok dikkat ediyorum, eğer sahneye tam adapte olmuşlarsa bu beni filmin içine daha çok çekiyor. İşte Nasipse Adayız’da tüm kadro sanki tüm bu olayları yaşıyormuşçasına oynamışlar.

Nasipse Adayız, Türkiye’de siyasetin vasat fakat maddi olarak güçlü insanların domine ettiği, çıkar ilişkileriyle örülmüş popülist bir koltuk kapma mücadelesi olduğunu tüm gerçekliğiyle ortaya koymuş. Bu acı gerçeklerin “bilincinde” olsak da siyasete uzak regular insanlar olarak ön görülerimiz ve sabit fikirlerimiz okumalar, duyumlar ve dedikodulardan ibaret. Nasipse Adayız bu konu hakkında bildiğimizi sandığımız bir takım kirli verileri kanıtlayan ve tarihe not düşen bir film. Bir çoğumuzun duyduğu bir söz vardır “Siyaset paralı adam işidir” aslında bu sözün neden yıllardır söylenegeldiğini de anlatıyor. Hizmet ve ideallerden çok “rant” temelli siyasetin gerçeklerinin halka arzı.

Onu Tanıyorsunuz

Filmin ana mesajı bu olsa da, mikro ölçekte alt metinlerle ve yan rollerle izleyiciye aktarılmak istenen onlarca mesaj var. Orta doğulu kadının ataerkil ve cahil kalmış bir toplumda hayatta kalma, kariyer ve konum alma mücadelesi, kıvraklığı, cahil toplumların aslında yönetmekten çok güdülmeye mahkum oldukları, eğitimsizliğin ve fakirliğin insanlardaki beklentiyi ve yönetenleri seçmede kriter belirlerken neleri gözettiği, ne kadar basit ve materyalist baktığı, Vasatlığın sadece bir toplumu yönetenlerle kısıtlı olmadığı aslında toplumun kendisinin bir aynası olduğu gerçeği. “Her millet layık olduğu şekilde yönetilir” quotesini film boyunca bol bol hatırladım.

Gelelim filmde gözüme takılan eleştirmek istediğim detaylara. Ercan Kesal’ın oyunculuğu ön planda ve belki oynadığı karakter gereği fazlasıyla “donuk” geldi gözüme. Bu donukluğu nasıl ifade edeceğim bilemiyorum fakat çevresinde olup cereyan eden onca gelişmeye ve değişikliğe karşı sürekli bir donukluk ve tepkisizlik var gibi. Bunu kıran sahneler sadece “çalışanlarıyla” olan sahneler. Belki özellikle karakter böyle tasarlandı bilemiyorum fakat Tıp fakültesini bitirip ticarete atılan bir karakterin çok daha “tüccar” kafalı bir adam olması gerekir. Amacı sağlıktan yüksek kar elde etmek olan bir karakterinde her ortamı domine edebilecek bir ağza sahip olması gerekir, yani snobluktan ziyade daha kurnaz esnaf, her kılığa girip çıkabilen rahatlıkla yalan söyleyebilen, bariz bir olumsuzluğu dahi çevirerek “olumlu” bir şeymiş gibi size inandırabilecek çevikliği ben göremedim ana karakterde. Aslında belediye başkanlığına o koltuğa olan hırsını tam hissedemedim diyelim. Eşini bir başka adamla “mesajlaştığı” için boşayan bir adamın, eski eşine yanı başında ufak ufak yürüyen bir başka adamın tavırlarını dahi “idare edecek” kadar başkan imajına ve adaylığına olan düşkünlüğü ve hırsı Ercan Kesal’ın Dr. Kemal’inde tam olarak vücut bulmamış gibi geldi. Daha çok kendi kontrolünde olmayan bir olaylar örgüsünün içinde hedefine ulaşmak için oradan oraya gönüllü ve tepkisiz bir şekilde savrulan bir adam izliyoruz. Özünde bu adam derin bir adam değil, vasat bir tüccar, iş adamı. Fakat Ercan Kesal oyunculuğuyla adama bir çaresizlik de yüklüyor, vücut dili, oynadığı karaktere daha derin bir anlam yüklemeye çalışıyor gibi. Bu durum bana biraz tezat geldi. Bu benim kendi kişisel değerlendirmem, safsatam tabi.

Naci ve Pudra Şekeri Kafası

Peki ya filmde Dr. Kemal’in şoförünü canlandıran Naci karakterinin alternatif evrende pudra şekeri bağımlısı olabilme ihtimali? Evet film bana bunu da düşündürdü.

“FİL” ler Tepişir Çimenler Ezilir

Otomobiliyle kaza yaptığı bir sahne vardı mesela. O sahneyi bir türlü oturtamadım filmin akışına. Aracını kendisi kullanamayacak kadar zavallı bir adam demek istemiş herhalde orada yazar. Üst üste gelen talihsizliklere bir de o kazayı eklemek istemiş. Fakat aracı bırakıp karşıdaki parkta ağacın arkasına saklanmak. İşte o kısım biraz sürrealist geldi. Belki trafiği çok iyi bildiğimden olabilir işim gereği. Öyle bir araca binen kimse kolay kolay “aracını bırakıp” kaçmaz. Kaçar mı? Evet hiç tereddüt etmez, doblolu bir orta direk inip yardım etmeye çalışır fakat öyle bir araç eğer hatalıysa ve kaçacaksa vurduğu kurye için hiç durmadan kaçıp gidecektir. Şanslı azınlık bu tarz kaza vb. kendisinin neden olduğu olaylarda emin olun şoku bir fakir yurttaştan kat kat hızlı atlatır, çünkü beyni tüccar onların. İnsan hayatından ziyade orada kendi konumu, kendi alacağı ceza veya harcayacağı zamanın hesabında. En kısa yoldan sıyrılmak isteyecektir, orada birisi ölüyor olsun olmasın fark etmez. Filmde ise büyük bir sermayenin başındaki milyarder Kemal bey, küçük bir çocuk gibi korkarak şoka giriyor ve filin arkasına saklanıyor. Aslında bu yorumum da gösteriyor ki filmi neredeyse kendi hayatımdaki gerçek gözlemlere dayanan kişi ve olayların arasına yerleştirmişim. Filin altına bırakılan araba anahtarının aklıma “Filler tepişir çimenler ezilir” sözünü getirmesine ne demeli peki? Bir anda kurye kardeşimi çimen, sermayedar Kemal bey’i de fil olarak hayal etmem? Öyle etkilemiş ve gerçek gelmiş ki filmdeki senaryodaki olayı dahi “gerçekte olsa böyle olurdu” diye anlatıyorum. İşte bu da filmin başarısı olsa gerek. Örneğin yine filmde Dr. Kemal Güner’in asistanı olan Arzu karakteri. Tam olarak “büyük yetkilere sahip her zaman haklı fakat hiç sorumluluk almayan plaza çalışanı” stereotipi olmuş, bayıldım. Tam bir çözümsüzlük abidesi, özgüven %200 kalanı için sadece master card, güzel kıyafetler ve seksi bir popo. Peki ya Kebap yiyen esnaf’a ne demeli, dişleri Kemal bey’in cebine sıkıştıran. Yarın yasaksız bir saatte bulunduğunuz ilin, avamların yoğun alışveriş yaptığı, yoğun esnafın olduğu eski kadim bir iş merkezi bölgesine inin filmdeki adamı orada kebap yerken göreceksiniz bunun garantisini veriyorum size. O sahnede dejavu yaşamış bir tek ben olamam çünkü.

Sonuç olarak, yan rollerden figüranlara kadar tam bir Türkiye hikayesi var önümüzde. Hafiften karikatürize edilmiş de olsa gerçeğin ta kendisi var. Aslında alıştığımız, kanıksayıp normalleştirdiğimiz mide bulandırıcı düzenin, gündelik hayatımızın küçük bir parçasını tüm detaylarıyla izliyoruz.

Tarihe not düşen bu özel film Internet Media Database’de çok daha fazla puanı ve oyu hak ediyor, oyları görelim;

You Know Him (2020) – IMDb

Siteye uzun zamandır yazı eklemiyordum. Bunun bir çok nedeni var aslında. Yoğun iş temposuyla artık “sıradan ve otomatik” hale gelen yaşantınız sizin sanata ilgi duyan ve sanattan beslenen yönlerinizi de bir süre sonra törpülüyor ve sıradanlığa ve tekdüzeliğe kendinizi bırakıyorsunuz. Bir bakıma köreliyorsunuz. Bu küçük not, bir daha tekrar bloğuma ne zaman uğrayacağımı kestiremediğim için yazıldı. Burada dursun.

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın