Into the Wild (2007)
Özgürlük Yolu
Yönetmen : Sean Penn
Senaryo : Jon Krakauer’in 1996 yılında yazdığı aynı isme sahip kitabında anlatılan gerçek bir hayat hikayesinden uyarlanmıştır.
Into the Wild. Popüler kültürün bir başka ikonu haline gelmiş facebook profillerinin movies kısmına mutlaka eklenen, doğa ve reddediş üzerine sohbetlerde mutlaka ismi geçen 2007 yapımı biyografik bir film olan Into the Wild’dan bahsedeceğim biraz. Biraz diyorum çünkü yazı filmden çok bir popüler kültür eleştirisi barındırmakta.
Christopher’ın kendisini ararken çıktığı yolculuğun Jon Krakauer tarafından 1996’da kitaplaştırılmasının (Yabana Doğru) ardından Seann Penn’in 2007’de bu hayat hikayesini etkileyici bir gençlik filmi haline getirerek sunmasıyla büyük başarı kazanmış bir yapım. Özünde isminin çağrıştırdığı doğaya doğru mesajından çok bir yol filmi bir otostop ve yolculuk hikayesi aslında. Christopher’ın Alaska’ya doğru çıktığı yolda karşılaştığı karakterlerden bence başlı başına film olur. Böyle özgür ve bir başına karakterlerle ilk defa karşılaşan iyi bir üniversiteden iyi bir dereceyle mezun olmuş Christopher’ın kendisini arayışı sırasında aldığı kararlar ve dönüşümü filmin ana konusu. Popülerliği ise bir çok insanda olan “alıp başını bir yerlere gitme” duygusunu tam olarak ifade eden bir akışa sahip olmasından gelmekte. “Alıp başımı gideyim ne olursa olsun ya yeter artık” dediğiniz noktadan sonrasını Christopher McCandless’ın biyografisi aracılığıyla size anlatıyor.
Christopher McCandless’ı unutmayacağım hiç bir zaman. Ortalamanın üstünde bir zekaya sahip, sisteme ayak uydursa çok başarılı olabilecek genç bir insanın bildiğimiz toplumu reddedişi, kendisini doğanın kollarına kısmen hazırlıksız bir şekilde bırakması. Timothy Treadwell, Dian Fossey, Ahmet Bedevi ve bir çokları var ki bunu başarabilmiş ve bu uğurda bir ömür geçirmiş, ödün vermiş hatta katledilmiş insanlar. Christopher’ın yolu daha netleşmeden bitmiş. girdiği bu yeni yolu genç ve tecrübesiz ama oldukça zeki ve istekli haliyle çok daha uzun yıllar sürdürebilecekken kişisel yolculuğu ABD’de bir izci kampında öğretilebilecek basit bir pratik hatasıyla sönmüş. Hatta kışın sıkışıp kaldığını düşündüğü bölgeyi biraz daha detaylı araştırsa nehir akıntısının karşıya geçebilecek kadar azaldığı bir yer varmış bulunduğu yere çok uzak olmayan.*
Christopher’ın cesareti bir çoğumuza örnek olacak nitelikte bu doğru. Cesareti doğada tek başına yaşamaya çalışması değil, zaten buna tam olarak hazır olduğunu söyleyemeyiz. Yaşadığı toplum içerisinde kabul ve saygı gören bir kimlikle yine kabul ve saygı gören bir hayat kurabilecek fırsatı ve donanımı varken bilinçli olarak kendisini arındırma amaçlı yalnızlaştırıp kabul görmeyen bir yolu seçmesinden ileri geliyor. Christopher bize şunu söylüyor ; Ömrünüzü adadığınız, ulaşmak için Gollum’a hatta Alfred Lickspittle’a dönüştüğünüz o konum ve etiketlere rahatlıkla ulaşabilecekken Alaska’da doğanın ortasında, terk edilmiş bir otobüsün içerisinde ölmeyi tercih ettim. Çünkü siz, beklentileriniz, bencilliğiniz, yozlaşmış ruhlarınızla bunu hak ediyorsunuz
Fakat seçtiği yolda başına gelebileceklere karşı olan umursamazlığı, tecrübesizliği ya kendisine fazla güvenmesinden ya kibirden ya da bu yolculuğa üzerine zoraki giydirilen etiketlerden kurtulmak için veya sistem karşıtlığından değilde modern insanın hemen hepsinde doğadan kopuk ve suni yaşamakla oluşan o boşluğun o içsel mutsuzluğun sesini de biraz dinleyerek, ailevi ve kişisel problemlerin tetiklediği bir kıvılcımla üzerine çok düşünmeden çıkmış olduğu izlenimi veriyor. Hem donanım olarak hem ruhen seçtiği yola hazır olmadığını düşünüyorum.
Filmin ve hayat hikayesinin popüler kültürde ikonik bir hale gelmesinin altında da Christopher’ın bu anlık ve fazla planlamadan aldığı Alaska’ya yerleşme kararının sonrasında hiç bilmediği bu yolda öğrenmek ve deneyim kazanmak adına iletişim kurmaktan da kaçınarak yolculuğu “tam bir kaçış” haline dönüştürmesi yatıyor olmalı. Yolculuğu sırasında karşılaştığı kendisinden nispeten deneyimli ve bir anlamda elit society’nin dışında yaşayan karakterlerin onu sık sık başına gelebilecekler konusunda uyarması ve tüm bu uyarıları deneyimli bir maceracı havasıyla görmezden gelmesi seçilen yolun ciddiyetiyle bağdaşmayacak kadar ironik. Aksine yolu ve amacı basitleştiriyor işi daha kişisel bir hesaplaşma haline getiriyor, genç modern insanın içsel çıkmazlarını yolculuk ve uzaklaşmayla reddedişle çözmesi klişesi popüler kültürün pompalamasıyla bize “insanın doğaya dönüşü kimlikleri reddetme “mücadelesi” olarak sunuluyor.
Aslında popüler kültürle filmi keşfedip izlemiş çoğu genç ve genç ergen izleyici için Christopher’ın hikayesi, “ben de her şeyden ve herkesten kaçıp uzaklaşmak istiyorum ama güvenli bölgemden ayrılmaktan korkuyorum, cesaretim yok. Ayrılırsam da başıma aynı Chripstopher’ın başına gelenler gelir. Ama o buna rağmen ayrılmış ve bu yolculuğa çıkmış. O benim kahramanım” duygusunu yaşatıyor. Acziyetini ve zayıflığını Christopher’ın başarı gibi sunulan başarısız denemesinde kutsayan bir doğaya dönüş ve sistemi reddediş algısı. Sistemin içerisinde sistemin dinamikleriyle büyütülmüş genç bireylerin yabancı oldukları doğayı ve hiç kimse olma lüksünü, her şeyiyle arınmış ve çırılçıplak ilk insanı, etiketlere muhtaçken ve hayatlarını etiketler için harcıyorken sempatik bulmaları ve bu öyküyü baş tacı etmeleri dahi hastalıklı bir eğilim değil mi.
Modern insanın doğaya dönüşü ve ona giydirilen kimliği reddedişi bir Serdar Kılıç olgunluğu ve tecrübesiyle olacak değil. Veya bu senaryoda kendisini bir anda ataları gibi doğada her türlü ihtimale hazır bulacak değil, buna hazırlanacak kadar ciddi hiç değil. Çünkü o artık doğaya “yabancı” ve atalarının pratiklerinden ve tecrübelerinden mahrum evcilleşmiş bir versiyon. Christopher onu daha iyi tanımlıyor. Christopher ile özdeşleştirebiliyor kendisini. Çünkü benzer dönemlerden o da geçiyor o da geçti. O da kendince bir şeylerden rahatsız, hayatında bir şeyler eksik mutsuz ve hepsinin üstüne cesareti yok. Christopher ise bu cesareti bilinçsizce dahi olsa ortaya koymuş bir örnek. Ve kısa hayatında gerçekleştirmeye çalıştığı başarmaya çalıştığı dönüşmeye çalıştığı şey de insanın evriminde geldiği bu noktada hiç bir şey olmamış gibi bir parmak şıklatmasıyla bir anda(!) tüm çıplaklığıyla doğaya, ilk evine dönüp hemen adapte olmak? Doğada onu bir anne kucağı sıcaklığında beklemekte zaten. Bu bir ergenin ebeveyn isyanına benzetilebilir işte. içindeki boşluğu doldurmak için popüler kültürden böyle bir örnekle özdeşleşmek o rolü giymek. Çünkü aynı hatalara sahip o da. ve içindeki doğaya dönme çabası da bir ergenin geçirdiği hormonal dönüşümle dönemsel olarak yaşadığı isyan kadar dönemsel, yüzeysel ve gelip geçici.
Belki de bu yüzden ekşi‘de 76 sayfa into the wild güzellemesi/eleştirisi okurken bunu daha idealist bir şekilde kendisini ve hayatını adayarak gerçekleştirmiş hatta bu uğurda katledilmiş insanlarla ilgili film başlıklarında 1-2 sayfa güzelleme okursunuz. Kıyas için değil somut bir gerçeği vurgulamak için bu örneği veriyorum.
Sonuç, müzikleri, çekimleri ve oyunculuklarla güzel bir sinema filmi. Türü itibariyle çok fazla “iyi” ve “samimi” yapım bulamadığımızı düşünürsek izlenmeli. Kitaptan uyarlama olması ve “gerçek” hayat hikayesi olması filmi özel kılan etkenler. Yok efendim “Filmi izledim hayatım değişti” gibi yüksek perde yorumları çok yerde okudum. İşte bu yazıyı o yorumların sahibi kafalara hediye ediyorum.
Olur da arkadaş ortamında “doğaya dönüş ve yolculuk” filmleri başlıklı sohbetlerde “harika yea, müthişşşş” “müzikleri eddie vedder yabmış abi efsane ya” “Christopher my man!!” “çok anlamlı derin bir film ağbi” “benimde alıp başımı gidesim geldi yea” gibi ergen ergen tespitleri duydunuz, hemen oradan uzaklaşın.